Değişime değil, dönüşüme ihtiyaç vardır!

04.9.2020

Değişime değil, dönüşüme ihtiyaç vardır!

Türkiye’nin 18 yıllık Yoksulluk Karnesi Basın Açıklaması

Değerli basın mensupları, hepinizi saygı ile selamlıyorum.

İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan yoksulluk çok boyutlu bir kavramdır. Bu bağlamda, tek bir kavramsal tanımlaması olmayan yoksulluk, en temel anlamıyla “yokluk” halini ifade etmekte; birey veya hane halklarının gereksinimlerini karşılayacak başlıca maddi imkânlardan “yoksun” olması anlamına gelmektedir.

Günümüzde aynı zamanda küresel bir tehdit olan gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk Türkiye’de toplumsal refahı olumsuz etkilemektedir. Ak Parti, Kasım 2002’de iktidara geldiğinde, ekonomik krizin de etkisiyle önemli bir sorun alanı olarak kendisini gösteren yoksulluk, aradan geçen neredeyse yirmi yıla rağmen çözülememiş olmakla birlikte, daha da derinleşmiştir.

Mevcut hükümet tarafından benimsenen piyasa yanlısı ekonomik anlayış ile hak temelli sosyal politika anlayışından uzaklaşılması, yoksullukla mücadele açısından başarısızlığı da beraberinde getirmiştir. Bu noktada, özellikle ekonomik büyümenin yoksulluk sorununu tek başına çözebileceği yaklaşımı, yoksulluk sorunun sosyal adalet temelinde ele alınması gerekliliğinin gözden kaçırılmasına yol açmıştır

Yoksulluktan kurtulmak için sadece maddi ihtiyaçları karşılamaya yönelik parasal yardımların yeterli olmayacağını söylemek mümkündür. Dolayısıyla, devlet tarafından yoksul kişilerin kapasitelerinin geliştirilmesine yönelik sosyal politika önlemlerinin uygulanması gerekmektedir.

Saygıdeğer basın mensupları,

Kentsel yoksulluk günümüzün gün geçtikçe kronikleşen sosyal sorunlarından biridir. Küresel dünyanın kentleri, en üst gelir grupları ile en alt gelir grupları arasındaki uçurumun en net şekilde gözlemlendiği yerler olarak dikkat çekmektedir.

 

Kentler, bir yandan küreselleşmenin nimetlerinden yararlanma olanaklarını artırabilmekte, diğer yandan küreselleşmenin neden olduğu eşitsizlik, yoksulluk ve yoksunluk gibi sorunları da transfer edebilmektedir.

Kentsel alanlarda varlıklı kişilerin daha da varlıklı hale gelmesine karşılık yoksulların daha da yoksullaştığı bir yapı görülmektedir. Bu bakımdan, kentsel yoksulluk aynı zamanda söz konusu kesimler arasında derin bir eşitsizliği de beraberinde getirmektedir.

Söz konusu derin eşitsizliğin etkisiyle kent yoksulları sadece üst gelir gruplarından keskin bir şekilde ayrışmakla kalmamakta, aynı zamanda sosyal dışlanmanın da öznesi haline gelmektedirler.

Neo-liberal politikaların uygulanması ile artan eşitsizliklerin yoksulluk olgusuna yeni bir içerik kazandırmasıyla ortaya çıkan yeni yoksulluk olgusu, doğrudan kentsel yoksullukla ilişkili bir kavramdır.

Bu anlamda, yoksulluğun kentlerdeki görünümü hem daha geniş kesimleri etkilemeye başlamış hem de daha kalıcı ve derin etkilere sahip olan “yeni” kimliğine bürünmüştür.

Başka bir ifadeyle, yeni yoksullar gelir yetersizliğinden tüketememektedir.

Türkiye’deki gelir adaletsizliği çok vahim boyutlara ulaşmıştır. Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’de 2018 yılı itibarıyla toplam gelirden en yüksek payı alan yüzde 20’lik kesim toplam gelirin yüzde 48,5’ini almaktadır.

Gelir dağılımındaki adaletsizliğin en büyük göstergesi olan bu veride Türkiye bu konuda veri bulunan 164 ülke içerisinde 47. Sıradadır. Türkiye gelir dağılımının adaletsizliği bakımından maalesef Afrika ülkeleri ile aynı ligde yer almaktadır.

OECD verileri de Türkiye’deki gelir dağılımı adaletsizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Gelir adaletsizliğini ortaya koymakta kullanılan Gini Katsayısı bakımından Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisindeki konumu ne yazık ki çok kötüdür. Türkiye bu noktada veriye ulaşılabilen 35 OECD ülkesi içerisinde 33. sıradadır.

 

Ülkemizde insanlar çalıştıkları halde yoksullukla karşı karsıyadırlar. TÜİK verilerine göre, 2009 yılı itibarıyla tarım sektöründe istihdam edilenlerin yüzde 33’ü yoksuldur. Bu da Türkiye’de tarım politikalarının hatalı olduğunu ortaya koymaktadır.

Tarım sektöründe istihdam edilen her üç kişiden birinin yoksul olması, çiftçiye gelir sağlanamadığını, tarım alanlarının terk edilmesiyle birlikte tarımsal faaliyetin çok azalmasına rağmen tarımsal üretime devam eden kişilerin de yeterli gelir elde edemediğini ortaya koymaktadır.

Kendi hesabına çalışan kişilerin yüzde 22,4’ünün yoksul olması da esnaf ve sanatkârın gelirlerinin sürekli bir şekilde azaldığını göstermektedir.

Değerli basın mensupları,

Yaşam koşulları araştırmaları yoksulluğun nasıl yaşandığına dair önemli bilgiler ortaya koymaktadır. TÜİK’e göre 2018 yılı itibarıyla kurumsal olmayan nüfusun yüzde 32,2’si “iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını” karşılayamamaktadır.

Bu da toplumun yaklaşık üçte birinin yeterli ve sağlık için gerekli proteinler için en önemli besin kaynağı olan gıdalara erişemediğini ortaya koymaktadır.

TÜRK-İŞ sendikasının yaptığı araştırmaya göre Mayıs 2020 itibarıyla açlık sınırı 2.438,24 TL, yoksulluk sınırı ise 7.942,17 TL olarak hesaplanmıştır.

Türk-İş araştırmasına benzer şekilde, Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin bir diğer düzenli araştırma, Memur-Sen tarafından yapılmaktadır.

Memur-Sen’in verilerine göre 2020 yılı Mayıs ayı itibarıyla Türkiye’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.484,01 TL iken yoksulluk sınırı 7.015,7 TL’dir.

2020 yılı itibarıyla asgari ücretle gelir elde eden bir kişinin tek çalışan olduğu bir hanede, haneye net 2.435,07 TL gelir girdiği düşünüldüğünde, bu hanenin açlık sınırında yaşamakta olduğu ve temel ihtiyaçlarını gidermekte zorlanacağı görülmektedir.

 

Diğer yandan, Türkiye ekonomisinde yeniden görülmeye başlanan enflasyon sorunu, açlık ve yoksulluk sınırını yükseltmekte ve ücretli kesimi zorlamaktadır.

Ücretlerin enflasyonu geriden takip etmesi nedeniyle emekçiler zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır.

Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı yılın ilk beş ayında önceki yılsonuna göre 276 TL, temel ihtiyaçlar için yapılması gereken toplam harcama ise 898 TL artmıştır.

Gelir dağılımının adaletsiz olması, bir ülkenin gayrisafi yurt içi hasılası artsa bile, yani ekonomi iyi işlese bile, gelirin adaletsiz dağılması nedeniyle bazı toplumsal kesimlerin yoksulluk sorunu yaşaması sonucunu doğurmaktadır.

Bu nedenle, gelir dağılımını düzeltici politikalara ihtiyaç bulunmaktadır.

İşsizlik ile yoksulluk arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu nedenle, çoğu kez yoksulluk, işsizliğin “kardeşi” olarak tanımlanmaktadır.

Özellikle refaha erişimin işgücü piyasasından gelir elde etmek üzerinden tanımlandığı Türkiye gibi ülkelerde, iş sahibi olmak gelir elde etmenin ve hayatta kalmanın yegâne yoludur. Bu çerçevede, bazı mesleklerin kaybolması, düşük gelirli işlerde çalışmak zorunda kalmak, kayıt dışı istihdam gibi nedenlerle yoksulluk riski ortaya çıkmaktadır.

Enflasyon sabit gelirlilerin satın alma güçlerini azaltması nedeniyle yoksulluğa neden olan ekonomik bir faktördür.

Türkiye ekonomisinin son bir yıllık süreçte tekrar yüz yüze kaldığı bir sorun olan enflasyon, yoksulların sayısını artırmakta ve çalışanları da yoksul kesim içine dahil etmektedir.

Tüketime dayalı bir ekonomik yaklaşımın benimsenmesi nedeniyle, tüm gelirini tüketime harcayan fakat yine de ihtiyaçlarını ancak karşılayabilen hane halkları fiyatlar genel seviyesindeki artış nedeniyle ihtiyaçlarını da karşılamaz noktaya gelince borçlanmaya başlamakta ve bu durum da yoksulluk riskini daha da artırmaktadır.

Saygıdeğer basın mensupları,

Temmuz 2007 seçimleri sonrasında kurulan ikinci Ak Parti hükümeti ile birlikte, piyasa yanlısı yaklaşımın ön plana çıkması ve bu anlamda hak temelli sosyal politika anlayışından uzaklaşılması, yoksullukla mücadelede başarısızlığı da beraberinde getirmiştir.

Gelir dağılımının adil olması, sadece kişi başına düşen ortalama gelirin artması anlamına gelmemekte; bir ülkede belirli bir dönemde yaratılan toplam gelirin toplumun tüm kesimlerine adil şekilde dağılması şeklinde tanımlanmaktadır.

AK Partinin iktidara geldiği Kasım 2002 dönemi itibarıyla dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcamasını temsil eden açlık sınırı 369 lira iken; gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarını tanımlayan yoksulluk sınırı 1.122 liraydı.

Buna karşılık, Mayıs 2020 itibarıyla Türk-İş tarafından açlık sınırı 2.438,24 TL, yoksulluk sınırı ise 7.942,17 TL olarak hesaplanmıştır.

Dolayısıyla, son 18 yıl içinde gerek açlık gerekse yoksulluk sınırında ciddi anlamda bir yükselişin olduğunu söylemek mümkündür.

Ak Parti döneminde yoksullukla mücadele yaklaşımı, yoksulluğun ortadan kaldırılmasından çok “yoksulluğun yönetilmesine” dönüşmüştür.

Bu bakımdan, sosyal yardımlar da yoksullukla mücadele etme aracı olmak yerine siyasi devamlılığın aracı haline gelmiş ve yoksulluğun sürdürülebilir bir düzeyde tutulması amacına hizmet etmiştir.

Değerli basın mensupları,

Yoksulluk riskinin kapsamının daraltılmasına yönelik politika bütününün hedefi yoksulluğun engellenmesi olarak belirlenmelidir ve kısa vadeli tedbirler ile birlikte uzun vadede bu politika bütünü ile ulaşılması istenen hedefe yönelik olarak politika bileşenlerinin tutarlılıkla uygulanması gerekmektedir.

Bu kapsamda, ekonomi politikalarında gerekli değişikliklere gitmeden ne anlamlı bir sosyal politika üretmek, ne de yoksullukla mücadele etmenin mümkün olamayacağı unutulmamalıdır.

Adaletsiz bir vergi sistemini düzeltmeden, hakkaniyete uygun politikalar üretilse bile bu politikaların sonuçları sınırlı olacaktır.

Aynı şekilde tarımsal üretimi yeniden canlandırmadan, bölgesel eşitsizlikleri giderici politikalar oluşturmadan kentlere göçün engellenmesi ve büyükşehirlerin çeperlerinde oluşan yoksul mahallelerin işgücü piyasası başta olmak üzere pek çok sistemde açtığı gedikler ortadan kaldırılamayacaktır.

Yoksullukla mücadele için;

Değişime değil, dönüşüme ihtiyaç vardır.

Bu bağlamda:

  • “Vatandaşlık Geliri” uygulaması hayata geçirilmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Türkiye’de ikamet eden her kişinin, yoksulluk riskine karşılık temel gıda maddelerine, elektrik, su, ısınma ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek temel bir gelire ulaşması sağlanmalıdır.

  • Aile Sigortası uygulaması hayata geçirilmelidir.

Türkiye’de aile kurumu, sosyal korumanın en geleneksel biçimi olarak varlığını sürdürmektedir. Diğer yandan, aile yapısındaki değişimler, boşanma oranlarındaki artışlar, geleneksel aile yapısının ürettiği sosyal ve ekonomik korumanın çerçevesinin daralmasına neden olmaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye’de ailelerin yapısını koruyucu nitelikte, ailenin devamını sağlama amacına yönelik olarak, aile yardımlarını sistematik bir şekilde düzen altına alacak bir sigorta kolu olarak Aile Sigortası hayata geçirilmelidir.

  • Sosyal Konut uygulaması hayata geçirilmeli ve TOKİ’nin faaliyetleri “Sosyal Konut” çerçevesi ile sınırlandırılmalıdır.

Vatandaşlık Geliri ve Aile Sigortası kapsamındaki kişilerin, temel barınma ihtiyacını karşılamak için “Sosyal Konut” uygulaması hayata geçirilmelidir.

Bu konuda yapılacak planlama ile oluşturulacak sosyal konut bölgelerinde eğitim, sağlık ve sosyal hayata katılımı sağlayacak fiziki şartlar oluşturulmalıdır.

Mahalle kreşleri ve yaşlı gündüz sosyalleşme evleri öncelikle sosyal konut bölgelerinden başlayacak şekilde hayata geçirilmelidir.

  • Sosyal yardımların dağıtımında merkezi planlama, yerel dağıtım esasını benimseyecek bir yapı hayata geçirilmelidir.

Sosyal yardım, yoksulluğun engellenmesi açısından en hızlı ve etkili sonuç üreten uygulamalardandır. Ancak sosyal yardımların etkinliği çokça tartışıldığı gibi toplumsal kesimlerin sosyal yardıma eşit erişiminin olmadığı şeklinde tereddütler de bulunmaktadır.

Bu bağlamda, sosyal yardımların merkezi bir planlama ile etkin bir şekilde bütçelendirilerek adil dağıtımına ilişkin bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.

Ayrıca hukuki anlamda, mevzuata yönelik bir çalışma ile sosyal yardımlara ilişkin bir bütünleştirme çalışması hayata geçirilmelidir.

Hâlihazırda uygulanmakta olan pek çok sosyal yardım farklı kriterlere göre ve hukuki çerçevesi birbirinden bağımsız olarak işlemektedir.

Sosyal yardımlara ilişkin mevzuatın bütünleştirilmesi, açıklığa kavuşturulması ve sosyal yardımların ihtiyaç odaklı ve hak temelli bir yapıda ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması sağlanmalıdır.

Bu kapsamda, sosyal yardımlara erişim hakkının merkezi bir bütçelendirme ile bölgesel anlamda planlanabilmesi ve yerel dağıtım esasının hukuki çerçeveye uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığının kontrolü mümkün olabilecektir.

  • Bölgesel eşitsizlikleri giderici biçimde kamu yatırımlarının desteklenmesi ve gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

Yoksulluğun önemli bir sonucu ve beslendiği bir kaynak olan göç, bölgesel eşitsizliğin bir sonucu olarak gerçekleşmektedir.

Bu çerçevede, neo – liberal politika odakları tarafından ısrarla verimli bulunmadığı için devletin elinden çıkarılması istenen ve bu kapsamda kapatılan ya da üretimi sınırlandırılan kamu üretim tesislerinin yeniden üretime kazandırılması sağlanmalıdır.

Şeker pancarı, tütün, incir, zeytinyağı gibi endüstriyel ürünlerin üretimi ve bu ürünlerin işlenmesini sağlayacak fabrikaların bölgesel eşitsizlikleri giderici fonksiyonu göz ardı edilmeksizin yapılan il ve ilçe seçimleri bir kamu tercihi olarak sürdürülmelidir.

  • Sosyal dışlanmayı engellemek ve sosyal adalet sağlamak için gerekli ortam oluşturulmalıdır.

Yoksulluğun çok boyutlu olarak ele alındığı günümüzde, ekonomik, toplumsal ve siyasal hayata katılım, temel hak ve özgürlüklerin genişliği ile doğru orantılıdır.

Küresel ekonominin büyük güçleri olarak ifade edilebilecek ülkelerde, yeni ekonomik düzenin gerektirdiği bilginin üretilme hızının çok yüksek olmasının nedeni, bu ülkelerde yaşayan ve istihdam edilen kişilerin zeka düzeylerinin yüksek olması değildir.

Bu ülkelerdeki kişilerin toplumsal, ekonomik ve siyasal hayata katılabileceklerine, üretecekleri ürünleri satabilecekleri adil rekabet koşulları olan piyasaların var olduğuna ve gerekli şekilde çalıştıkları takdirde güvence altında bir gelir ve hatta servet elde edebileceklerine olan inanç ve güvenleridir.

Bu bağlamda, özellikle mevcut ekonomik sistem benimsenerek, piyasaların işleyişine devletin belirli oranda müdahale edeceği bir yapının devamı sağlanacaksa,

Bütün vatandaşların ekonomik hayata eşit şekilde katılabileceği, elde ettikleri karların devletin güvencesi altında olduğu ve bu piyasa yapısının ve adil rekabet koşullarının devlet ya da bazı grup – kesimlere yakın olmakla herhangi bir ilişkisinin olmadığını açıkça ortaya koyacak bir politika bütünü geliştirilmelidir.

Bu şekilde devlet ihaleleri yoluyla zenginlik üretilmesinin sona ermesi, kamu ihalelerinde şeffaflığın sağlanması ve açıkça ekonomik sistemin adil bir şekilde işlediğine dair argümanların ortaya konulması ve kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir.

 

Ak Parti 18 Yıl önce iktidara gelirken üç Y problemini çözeceğiz iddiası ile işe başlamıştır.

Yolsuzluk = Yoksulluk = Yasaklar =

Yolsuzluğu engelleyemediler. Bilakis daha da arttı. Eskiden tek farkı var. Şimdi Kaliteli yolsuzluk yapılıyor. Birde eskiden yolsuzluğu kimse kabullenmezdi. Bunlar ise bizden değilse problem yok şeklinde yol buldular. Hırsız bizim hırsızımız.

Yoksulluk ise hem kaliteli yolsuzluklar, hem de liyakatsiz kadroların beceriksiz yönetimi marifetiyle kat be kat arttı.

Yasaklar ortadan kaldırılmak yerine her şeyin çözümü haline geldi.

Yabancı markalara verilen sözleri yerine getirmek için; şekeri, tütünü vb. yerli ürünleri yasaklıyorlar.

Muhalefetin sesini ve görüntüsünü kısmak için Sosyal medyayı yasaklıyorlar.

Her halde bundan sonra milleti ikna etmek için kısa süre içinde Yoksulluğu da yasaklarlar.

Yasaklayın yoksulluğu ülkemiz yoksulluktan hemen kurtulsun.